Bir Şehir Gördüm ve Her Şey Değişti

Bir önceki yazımda kısa bir seyahate çıktığımdan bahsetmiştim.

Gittiğim şehirin hüzün kokan sokaklarında yürürken, durmadan esen rüzgar sanki kafamın içindeki bütün sisleri dağıttı ve yıllardır çabaladıklarımın, uykusuz kaldığım gecelerin, kafaya taktığım insanların, çok önemsediğim işimle ilgili sorunların aslında ne kadar da anlamsız olduğunu idrak ettim. Ailemi, arkadaşlarımı, ülkemi özledim. Her şeyi biraz boşvermek gerektiğini hatırladım. En önemlisi şu hayattaki en büyük mutluluğun sadece nefes almak ve sevdiklerinin nefes aldığını bilmek olduğunu anladım.

Aşağıya eklediğim fotoğrafa bakın. Beni değiştiren şehirde sobelediğim bu ''an'' size ne anlatıyor?


Öyle bir şehire gittim ki bütün bildiklerimi unuttum ve evime yepyeni bir insan olarak döndüm...

Not: Nereye gittiğimi tahmin edebildiniz mi?

Şato gezmek isteyen: Chateau de Chillon


Eğer bir ölmeden görülecek yerler listeniz varsa Montreux'daki bu şatoyu listenize mutlaka ekleyin!

Montreux şatosunun, kendi masalının içerisinde, kraliçesiyle kralına ev sahipliği yaparken bir anda zaman makinesine girip günümüze ışınlanmış gibi bir havası var. Fakat tarihine baktığımız zaman gerçeklerin çok karanlık ve acı verici olduğunu görüyoruz...

Leman gölünün kıyısına kurulan bu şatonun 11. yüzyılda yapıldığı düşünülüyor. Şato İsviçre'nin Vaud kantonunda yer alıyor ve bu kantonun 15. ve 17. yüzyıllarda en çok cadı avı ve infazı yapılan bölge olduğu biliniyor. Bu süre boyunca Vaud'da %60 ı kadın olmak üzere 2000'den fazla infaz gerçekleşmiş! Uzun lafın kısası şatonun odaları arasında dolanırken bundan yüzlerce yıl önce burada acı çeken zavallı ruhların çığlıklarını düşünmemek çok zor!

1530 yılında ünlü bir İsviçre vatanseveri olan François Bonivard'da tutsak alınmış ve 6 yıl boyunca şatonun zindanındaki bir kolona zincirli olarak yaşamış. Üstelik bu süre boyunca kendisini hep yerin altında sanmış.  Oysaki  zincirlendiği sütundan sadece bir kaç adım ileride,  duvardaki pencerelerden dışarıya bakabilseymiş göreceği müthiş bir göl manzarası olacakmış... Manzara demişken şatonun bir çok penceresinden baktığınızda soluk kesen bir göl ve dağ manzarasıyla karşılaşıyorsunuz. İnsanların bu manzaraya bakarak ölümü beklediklerini düşündüğünüzde ise içiniz ürperiyor...

Şatonun içerisindeki odalardan birinde  gölge oyunları vardı. Duvardan bazen elbisesini tutarak yürüyen bir prenses, bazen bir savaşçı geçiyor hatta bir şövalye bir diğerini kılıcıyla öldürüyordu. Bu gölgelerin şatonun eski duvarlarından süzülürken oldukça ilginç göründüklerini söylemeden geçemeyeceğim.

ve işte şatoda sobelediğimiz anlardan bazıları:








Duvarlarda dolaşan gölgeler:




Şatonun manzarası:



Hamiş: Bu ara kısa bir seyahatteyim (nerede olduğum süpriz olsun) ve internet erişimim çok kısıtlı. Bu yüzden çok sık paylaşımlarda bulunamıyorum. Yakında normal düzenime döneceğim :)

Cenevre'nin Çeşmeleri

Cenevre'de de çoğu Avrupa şehrinde olduğu gibi şehrin bir çok yerinde çeşmeler var. Çoğu çok eski zamanlardan kalma bu çeşmelerim bazılarından içilebilir su akıyor, bazıları ise sadece süs amacıyla yapılmış. Her biri birbirinden farklı ve güzel bu çeşmelerin fotograflarını sizler için çektim. Bakalım hoşunuza gidecek mi?








Hamiş: Başlık türkü adı gibi olmuş farkındayım. Cenevre'nin çeşmeleri oy yandım aman amann :)))

Simit-Ayran

Gurbette yaşayanlar bilir, insanın canı bazen çok alakasız bir anda, normalde hiç aramayacağı bir yiyeceği çekiverir.

Benim canım da bugün fena halde şöyle taze simit ile ayran çekti. Türkiye'de yaşayan biri için ne kadar basit bir istek değil mi? Çık sokağa 20 adım at hemen bulursun alabileceğin bir yer. Burada ne  yazık ki durum biraz farklı. Neyse ki Yener bir Afgan markete götürdü beni de kavuşabildim kendilerine. Ne simit simit gibiydi, ne de ayran...Olsun en azından nefsimi köreltmeye yetti!


Baykuş Lyon'da

Lyon, Paris'ten sonra Fransanın en büyük kenti. Arabayla Cenevre'den Lyon'a gitmek sadece bir buçuk saat sürdüğünden biz de Yener'le Cenevre'nin tekdüzeliğinden bunaldığımız zamanlarda kendimizi bu Paris ile Marsilya arasında kalan güzel şehire atıyoruz.

Lyon yaz-kış dolu, kıpır kıpır bir şehir. Alışverişi seven biriyseniz yeni şehirde bilinen markaların mağazalarında alışverişinizi yapıp, yorulduğunuzda modern cafelerden birinde kahvenizi yudumlayarak kuruvasanınızı yiyebilirsiniz. Fakat ben asıl eski şehiri (Vieux Lyon) seviyorum. Çünkü eski Lyon bende 'ruhu var' hissi uyandırıyor. Zaten mimari ve tarihi güzellikleri nedeniyle UNESCO'nun dünya mirası listesine girmiş.

Lyon'un bir diğer ünü ise yemekleri. Fransa'nın başkenti nasıl Paris'se, Fransız gastronomisinin başkentide Lyon'dur. Ben de eski şehirin içerisindeki dar sokakların iki yanına sıralanmış restaurantlarında yemek yemeyi çok seviyorum!

İçinde su olmayan şehirler bana çok bunaltıcı gelir. Bu su deniz ise ne ala ama göller, nehirler de kabulumdür. Lyon bu konuda da şanslı, içerisinden geçen Rhone ve Saone nehirleri şehrin güzelliğini tamamlıyorlar.

Artık sizi fotoğraflarla başbaşa bırakıyorum. Siz verin kararınızı: Lyon Paris'i döver mi acaba?








Bu minikler eski şehirin sokaklarında bir anda karşımıza çıktı. Bir masal sahnesi gibi durmuyor mu?




Yener'le pozumuzu da verdik.


Veeeeee sıradaki fotoğraf benden bloğun sevgili kadınlarına gelsin :) 






Baykuş Floransa'da

İtalya'da Pisa'ya kadar gidip Floransa'yı görmeden dönmek olmazdı herhalde!

''Floransa'yı bu kadar özel yapan ne?'' diye sorarsanız; hem Rönesansın doğduğu yer,  hem de kültürel faaliyetler ve mimarisiyle aşmış bir kent olması onu diğer İtalya şehirlerinden ayırıyor. Tabii bir çok önemli sanat galerisine ev sahipliği yapmasına rağmen biz ne yazık ki sınırlı zamanımız nedeniyle sadece sokaklarında yürümeye vakit bulabildik. Bir gün tekrar yolum düşerse hepiciğine dalarım :)
Üstelik Floransa geçmişte bir süre İtalya Krallığına başkentlik yapmış ve Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi değerler burada doğup büyümüş. 

İtalya yolculuğumuzun büyük kısmında peşimizi bırakmayan yağmur yine yakın takipteydi sağolsun,  ama bittabii bizi Floransa sokaklarını keşfe çıkmaktan alıkoyamadı!

Oldukça değişik insan manzaralarıyla karşılaştık. Mesela tüm o kalabalığın ortasında yere kapanan bu kadın:


ve bir kitapçıda karşımıza çıkan bu yorgun savaşçı:


Dar İtalyan sokaklarında gezerken nedense hep başka bir zamandaymışım gibi hissediyorum. Belki hemen hemen tüm yapıların eski olmasından, belki de mimarilerindendir. Henüz bir isim koyamadım hissettiklerime.


Bu küçük güzel meydan ve etrafındaki birbirine yapışık evler sanki gerçeklik dışı gibi değil mi?


Bir de düğün fotoğrafı çektiren çiftle karşılaştık. Fotoğrafçı arkadan gelinin kollarına girip, gelin ve damat el ele dönerlerken fotoğraflarını çekiyordu. Fotoğraflar nasıl çıktı bilmem ama dışardan oldukça komik görünüyorlardı.

Floransa'nın 15. yüzyılda yapılmış olan ünlü katedraline de uğradık. Havanın gri bulutlarla kaplı olmasının da etkisiyle kathedral oldukça heybetli ve ürkütücü görünüyordu.




Kathedralin içerisine girdiğimizde inanılmaz mozaiklerle karşılaştık. Fotoğrafı tıklayarak büyütürseniz  en alt kısımda İsa'nın sol tarafında (size göre sağ:) cezalandırılmış kötü ruhlar ile bir cehennem tasviri sağ tarafında ise ödüllendirilen iyiler var imiş. 


Kathedralden çıktıktan sonra Santa Croce bazilikasının yolunu tuttuk. Michelangelo ve Galileo'nun cenaze törenleri bu bazilikada yapılmış ve mezarları da bazilikanın içerisinde imiş. Biz ne yazık ki kapanmadan yetişemedik ve içeriye giremedik. 


Floransa'ya daha geniş bir zamanda mutlaka bir daha gidip bu sefer sanat galerilerini gezmek istiyorum. Bu vesileyle evrene isteklerimi de gönderdikten sonra sizleri yağmurlu bir Floransa akşamında Arno nehiriyle başbaşa bırakıyorum.


DIY tişört

Merhaba! Yine bir DIY projesiyle karşınızdayım :)

Geçen yaz Yener'in çok sevdiğim bir tişörtünü aşırıp bir kaç makas darbesiyle kendime yepyeni bir tişört yapmıştım. Üstelik yaz boyunca sıklıkla kullandım. Bu yaz için yeni bir tane yapmaya karar verince de neden blogda paylaşmayayım ki diye düşündüm.

İhtiyacınız olan yegane malzemeler kardeşinizin, sevgilinizin ya da nazınızın geçeceği bir erkek arkadaşınızın sevdiğiniz bir tişörtü ve tabii ki iyi kesen bir makas.

Yener'in yanına giderek en şirin halimle ''Bana başka bir tişörtünü daha verebilir misin?'' diye sorduğumda, pek de memnun olmayarak bana bir kaç seçenek sundu :). Aralarından bu kaptan mağara adamlı olanı seçtim.


İlk önce kollarını kesiyoruz.


Sonra istediğimiz açıklığa göre boyun kısmından kurtuluyoruz. Çok düzgün kesmenize gerek yok çünkü zaten kumaş kestiğiniz yerden içeri doğru kıvrılıp hatalarınızı örtecek.


En son olarak da altındaki fazlalığı keserek yeni tişörtümüze kavuşuyoruz.


Bundan sonra geriye tişörtü yıkamak kalıyor. Bu tişörtü daha bir kaç dakika önce yaptığım için yıkandıktan sonra ki halini paylaşamayacağım. Fakat geçen yıl aynı şekilde yaptığım tişörtüme bakarak bir fikir sahibi olabilirsiniz. Fotoğrafta da göreceğiniz gibi yıkandıktan sonra kestiğiniz yerler kıvrılıyor.







Zamanı Sobelemek

Azıcık ayar ve tek bir dokunuşla anı ölümsüzleştirmeye bayılıyorum.
Hepimiz kanıksamışız bu fotograf olayını ama düşünsenize :
Bir anı her küçük ayrıntısıyla sonsuza kadar tutabiliyoruz! Bu süper güç değil de nedir?
Demem o ki ben de bu süper gücü sıklıkla kullanıyorum. İşte instagrama yüklediğim karelerden bazıları:

Tatil için Türkiye'ye geldiğimde İstanbul'u da ziyaret etmiştim. Bu kare Ortaköy'den:


Yakın arkadaşım Candan ve sonbahar:


Bir sabah bu gökkuşağı manzarasına uyanmıştık:


Onlar da bir aile, babaları yanıma tekin miyim değil miyim diye kontrole gelmişti :


Siluet olarak ben:


Sobelediğim tüm zamanları görmek isterseniz Instagram'ıma buradan buyurun.